AENEAS MITosu
Farklı halklar ve yerler arasındaki buluşmanın ve kültürler arası diyalogun simgesi
MİTOS
Mitolojik anlatı sadece hayal gücü ürünü değildir, çoğu kez içinde bir gerçek payı vardır ve tarihsel akışı yeniden belirlemekte yararlı olabilir. Antik Yunan dilinde mythos kelimesi “anlatı”, “sözcük” anlamlarına gelmektedir ve bu öykülerin kökleri en eski çağlara dayanmakta olup, yazının kullanılmaya başladığı ve edebiyatın doğduğu çağlardan beri dilden dile aktarılarak halkların hafızasında yer etmiştir.
Nesilden nesile aktarılan mitoslar, farklı toplumların kültür zenginliğini iletmeye, anılarını saklamaya, kimliklerini ve aidiyet duygularını sağlamlaştırmaya katkı sağlamışlardır. Arıca kanunların ve hukukun doğuşundan önce, bunlar eğitici bir işleve sahip olmuş, örnek oluşturmuş ve olumlu davranış modellerini teşvik ederken, olumsuz olanlardan kaçınmayı öğretmişlerdir.
Yazı devreye girdiğinde, mitolojik anlatılar metinlere ve edebi eserlere dönüşmüştür. İlyada ve Odysseia epik anlatıları için de böyle olmuş, bunlar bir anda yaratılmamışlardır. M.Ö. VIII yüzyılda, Yunanlılar Fenike alfabesini kullanmaya başladıktan sonra bunu Yunancaya uyarlamışlar, Homeros, ya da bunları yazan diğerleri -bir veya birden fazla şair- öyküleri toplayıp düzenlemişler, Truva savaşını, Ulysses ve bu savaşlarda yer alan diğer savaşçıların zorlu ve uzun yolculuklar sonrası evlerine dönüşlerini kaleme alarak, bu hikayeleri evlerde ve sokaklarda okuyarak nesilden nesile aktarılmalarını sağlamışlardır.
AENEAS MİTOSU
Aeneas figürü İlyada destanında şehrini savunmak için çarpışan Truvalı savaşçı olarak yer almaktadır. O epik destanda zaten büyük bir kaderin işaretini almıştır: Onu yenilmez Yunanlı kahraman Akhilleus ile yaptığı düelloda ölümden kurtaran tanrı Poseidon’a göre, Aeneas Truva’nın yakılıp yıkılmasından sağ çıkacak ve soyunu devam ettirmek için Truvalılara krallık edecektir.
Onun efsanesi daha sonraki yüzyıllarda bazı Yunan ve Latin yazarların eserlerine de konu olmuştur. Ne yazık ki bu yazarlardan günümüze sadece az sayıda değerli bölüm ulaşmıştır. Ama Aeneas mitosunun, en azından bir kısmının, tamamlanması ve yayılması arkeolojik bulgularda görülen figürler ve resimler sayesinde olmuştur.
Nitekim arkeolojik belgeler klasik çağda Atina şehrinin hayatta kalan Truvalıların efsanesini sahiplenmiş olduğunu, ama bunu olumlu tarafından aldığını göstermektedir: Atina onları geleneksel düşmanları olarak göstermiş, ama erdemleri nedeniyle hakettikleri saygıyı görmeleri gerektiğine işaret etmiştir. Atina’nın resmî olarak kutsadığı ve üzerinde Aeneas ile babası Ankhises figürleri bulunan vazoların ihracı yoluyla Batı dünyasında yaydığı mesaj budur. Aeneas’ın Yunan efsanesi, hangi etaplardan geçtiğini ve nasıl olduğunu pek bilmesek de, bu şekilde hem Etrüskler hem de Romalılar arasında yayılmıştır.
İşte Aeneas’ın alevler içindeki Truva’yı terk edip Akdeniz üzerinden İtalya’da Latium kıyılarına uzanan yolculuğu Vergilius’un anlatısıyla tamamlanmakta, bu öykü Truvalı kahramanın kaderiyle önce Lavinium’un sonra da Roma’nın kuruluşunu birleştirmektedir.
Augustus Prensliği ile Aeneas figürü Roma dünyasında hem Afrodit’in oğlu olan bir yarı-tanrı, hem de tanrılara inanan ve ailesine saygı gösteren ideal Romalı modeli olarak en çok bilinen kişiliklerden biri olmuştur. İşte bundan dolayı Aeneas mitosunun ikonları Roma’daki Augustus Forumu’na ve taşradaki diğer forumlara heykel olarak dikilerek hem resmi sanata ilham verecek, hem de (günlük eşyalarda, evlerdeki fresklerde, mezarlık anıtlarında kullanılarak) özel kişilerin ve kurumların sanatı için de kaynak oluşturacaktır.
Aeneas’ın yolculuk efsanesi antik çağlarla zaten derin bağları ve bütünleşmiş bir tarihi olan Akdeniz üzerinden, farklı rotalar ve farklı nedenlere bağlı olarak yayılmıştır. Dolayısıyla Aeneas efsanesi her zaman hareketlilik içinde olmuş, yerleşim yerleri sürekli değişmiş, sosyal sistemleri hızlı gelişmiş, farklı kavimleri ve kültürleri yüzyıllar boyu bir araya getirmiş olan bir antik bir denizin yankısıdır.